Alman dinleme skandalı üzerinden
ülkemizdeki aydın cinayetleri ve ‘bir devlet kurmak fikri’ analizi
Almanya’nın
ülkemiz üzerindeki oyunlarının son ortaya çıkanı malumunuz olduğu üzere dinleme
skandalıdır. Dinleme skandalı üzerinde ise birçok isim teoriler yürütmektedir.
Teoriler genellikle iki ana başlık altında toplanmaktadır. Birincisi ‘Almanya
ülkemizdeki dinleme faaliyetlerini kendisi sızdırarak Türkiye’yi zayıf
göstererek AB’ye almak-AB ile müzakere sürecini hızlandırması’ , ikincisi ise ‘Almanya’nın
kör gözüm parmağına Türkiye’ye saldırısı’dır. Ben ikinci başlığın, farklı bir
boyutta değerlendirerek, taraftarıyım.
Almanya
Türkiye’yi K. Irak’ın bağımsızlığına karşı dinlediğini belirtiyor. Bu Almanya’nın,
Cemil Ertem’in belirttiği üzere, Ukrayna meselesinde de yaptığına benzer. Her
ihtimalde kendine bir kazanç sağlamaya çalışıyor. Dinleme faaliyeti ve sonra da
bunun kendileri eliyle deşifre edilmesi kendileri açısından kazançlıdır.
Dinleme faaliyetinin, K.Irak’la ilişkilendirilerek, deşifre edilmesi Türkiye’de
‘ulusalcı’ bloğa oynamaktır. Normalde ‘Türkiye için bir başka ‘’yavru vatan’’ olan
K.Irak’ın, Türkiye ile birleşmesini önleme mevzisi’ni berkitmek onun enerji
kaynaklarının ana vatanı ile dünyaya açılmasını önlemeye ufacık da olsa bir
katkı yapmak, bu dinleme olayının boyutlarından biridir bence.
Dinleme
olayının ayrı bir boyutunu Cemil Ertem’in ‘’Almanya’nın Türkiye’deki kolları ve
uzun kulakları’’ yazısından bir alıntıyla açıklamaya başlamak istiyorum: ‘’
Hadi dışişlerini, Başbakanı hatta Cumhurbaşkanı’nı dinlersiniz, bunun bir
diplomatik skandal olduğu tartışmasız ama, Merkel’in de
kestirip attığı gibi, diplomasi savaş halinde geçerli değildir ya da savaş
diplomasisi geçerlidir.’’ Bu boyut aslında K.Irak’ın Türkiye ile
birleşmesine başkaca bir saldırı aslında. Savaşı sertleştirmek, safları
netleştirmek ve Türkiye’ye karşı düşmanca faaliyetleri belki de daha iyi icra
edebilmek için bir nevi ‘savaş ilanı’ olan bu deşifre ülkemizin güneyindeki
Kürt kardeşlerimizin Anadolu ile birleşmesini önlemek için yeni Türkiye
ülküsüne karşı; bir nevi ‘bakın ne yapıyorlar!’ demektir aynı zamanda.
Dinlemenin deşifresinin bu boyutu Türkiye ile Almanya arasındaki bu ‘savaşı’
körüklemektir.
Türkiye ne yapmalı
Türkiye AB’nin
parçalaması ya da en azından ikiye bölünmesi için elinden geleni yapmalı. Trans
Pasifik Ortaklığı’nın mevcut AB uygarlığıyla gerçekleşmesi imkansızdır. ABD’nin
de bu durumda tavrının Türkiye’den yana olacağı bellidir. Almanya coğrafyasının
tahrik ettiği üzere; tarihindeki gibi yine bir ‘Berlinden Bombaya’ (Yusuf
Kaplan’ın belirttiği Almanların ‘’7-B Stratejisi’’) emperyalist yürüyüşü için düğmeye
bastı. Yararı zararından daha fazla olsa savaş bile çıkarırlar. Dinlemenin
deşifresinin ana amaçlarından biri bence mevcut durumu sertleştirmektir. Bunu
yöntem olarak bu sefer, şimdilik, farklı yapsalar da amaçları yine aynıdır:
mücadelenin bir tarafının merkezinin Almanya olduğu bir ‘savaş’.
Türkiye’nin
yapacağı esas icraatlardan biri de ‘bir devlet kurmak’ ya da ‘devletin verimini
artırmaktır’. Bu durum ülkemize diğer saldırılara karşı da korunak sağlamak
ihtiyacındandır. Bir devlet kurmak fikrini yine bir iğrenç Almanya notuyla
berkitmek istiyorum:
Ülkemizde, Almanların,
aydın ve devlet adamı cinayetleri ve ‘bir yandan halk bir
yandan devlet’ olmak zorunda kalan halkımız.
İstihbarat
örgütleri Mahir Kaynak’ın bir kitabında hikayeleştirdiği gibi ‘tanıdık düşman’
severler. Yok etmekten ziyade ele geçirmeyi ya da sürekli yenilgiye
uğratmayı-etkisiz hale getirmeyi tercih ederler. Aksi takdirde yeni ve üstelik
bir de ‘tanımlanmamış’ düşmanlar neşet eder. Aynı zamanda yok etmek çok başka
açılardan kendilerine zarar olarak geri döner. Karşı tarafı daha da tahrik
etmiş olurlar. Ancak bu belli şartlar altında geçerlidir. O şartlar ise bence
ülkemizin 90’lardaki halinin anti tezidir. 90’larda şimdikinden çok daha fazla bağımlı
bir devlet yapısına sahiptik. Yabancı istihbarat örgütleri ülkemizde fink atar;
bürokratları, aydınları, devlet adamlarını şehit eder ve bu yanlarına her zaman
kâr kalırdı. 90’ların Türkiye’sinde, T.C neden olduğu içtimai hayat
nedeniyle bir ‘kolektif akıl’ ile infial uyandırmaz, ondan daha beteri T.C
devleti hiçbir şekilde ufacık bir hesap dahi sormazdı. İstihbarat örgütleri bu
ülkemizdeki yapanın yanına ‘kar bırakan sistem’ karşısında ülkemizde Mehmet
Eymür’ün ifadesiyle hep bir ‘’temizlik’’ faaliyeti içerisinde olmuşlardır. Onun
arkadaşı efsane MİT’çilerden Hiram Abas da mesela, işte bu durumdan ötürü göz
göre göre şehit edilmiştir. Peki bu ülkenin düşmanları Hiram Abas’ın şehit
edilmesinden ötürü herhangi bir sıkıntı yaşamışlar mıdır? İşte ‘bir devlet
kurmak’ fikrinin önemini görüyorsunuz. Bence bir devlet adaletle kurulur.
Ülkemizde her vaka, vakıa ve suça, istisnasız bir şekilde, hak ettiği değer ya da ceza
verilirse her şeylerin yoluna girmesinin temeli atılmış olur. Bunu değerli aydın
Yiğit Bulut örneğiyle berraklaştırmak istiyorum. Yiğit Bulut yazılarında sık
sık ‘ekonomide neler yapılabilir’ fikrini işler ve herkesin de buna katılarak katkıda
bulunmasını ister. Yiğit Bulut ekonominin teknik ayrıntıları ve bunun ülkemizin
yararı adına kullanılması konusunda ülkemizde nadir aydınlardan biridir. Bu yüzden
ekonomi dalının teknik kısımlarını Yiğit Bulut’a bırakıyorum. Ben ekonomi de
dahil ülkede işlerin yoluna girmesinin temelinin güvenilir bir adalet sistemi
kurulmasından geçtiğini düşünüyorum. Böylelikle ihanet derecesinde faiz de
rahatlıkla savunulamaz, ‘yerli araba intihar olur’ da denilemez, göstere
göstere Almanlarla ülkemize saldırı konusunda medya aracılığıyla ortak da
olunmaz ve o adam böyle göstere göstere ‘kağıt kaçakçılığı’ (http://neayakbunlar.blogspot.com.tr/2012/11/pkkci-almanci-aydin-dogan.html)
da yapamaz. Topkapı Sarayında en yüksek yapıyı ‘’Adalet Kulesi’’ olarak yapan
Osmanlı’nın adalet felsefesini tekrardan getirirsek aynı zamanda ‘’küçük’’
suçlar bile eksiksiz infaz edilmiş olur. Böylelikle tarihten gelen ‘genetiği ve
gücüyle’ her türlü belayı savuşturan halkımızın gücünün yanına bir de ‘devlet
disiplini’ eklenir ve halkımız adeta bir ‘yandan devlet bir yandan halk’ olmak
zorunda da kalmaz. Aynı zamanda ‘devlete yardımcı’-‘halka hizmet eden’ bir
teamüller yekunu da oluşabilir. Halk ve devlet ilişkisinden bahsedince, halkın
katılımının yüksek olduğu bir devlet yapısının olması gerektiğine de dikkat
çekmeden olmaz. Ancak tabi anlatmaya çalıştığım üzere; devlet yanı eksik
olmamalı.
Almanlara tavsiyem
Bu kadar pisliğin
içinde olan pisliğe elbet bulaşır. Alman devleti şimdiki halini de aşarak
küresel sistemin pis araçlarını kullanmayı abartıp, onlarla çok daha fazla
eklemlenerek vatandaşlarına daha fazla zarar vermeye başlayacaktır. Alman
vatandaşları kendilerini bölünmüş bir AB’nin kuzey kısmında kendilerine
hizmetten ziyade eza veren bir Alman devletiyle baş başa kalmak istemiyorlarsa
Alman devletini tasfiye etmelidirler. Türkiye de buna yardımcı olmalıdır. Mesela
Alman devleti Almanya ve periferisini ileride ‘dünyanın pisliğe batmış
mahallelerine’ rahatlıkla çevirebilir. Uyuşturucuya batmış ve oportünist bir içtimai
hayata hizmetten ziyade emperyalist bir karaktere sahip olduğu için sebep
olabilir. Belki de ‘’bizim polislerimizin Alman polislerden daha çok uyuşturucu
yakalaması‘’nın sebebinden biri de bu Alman devletinin karakterinden ötürüdür…