22 Aralık 2013 Pazar

1911- Alman Genelkurmayında Osmanlı ''Deutschland'' şeklinde geçiyor!



(0:41:19-0:42:23) Cem Küçük: ''(Sözde ''Ermeni Soykırımı'' propagandası yapan bir kitabın Almanların isteği üzerine Zürih'de basılması üzerine) Bunu şimdi nasıl okumak lazım? Şimdi bunu yapan kişi orada beş bin, orada niye elli bin yapıyor? (iddiaya göre bir kürt ağasısının tek başına öldürdüğü Ermeni sayısı; Almanca baskısında 50.000)

Aytunç Altındal: ''Bakın Zürih'de basılmış bu, Almanların isteği üzerine basılıyor...''

Cem Küçük: ''Hocam bir de ara bi soru sorim, biz 1914'te; Çanakkale, işte Birinci Dünya Savaşı'na girdik, işte Almanlarla birlikte giriyoruz, dolayısıyla Almanlarla da dostuz.''

Aytunç Altındal: '' Şimdi bakın benim bir kitabım var. ''Bilinmeyen Hitler'' diye. Bunun İngilizcesi şimdi Londra'da çıktı. Orada bir harita var, ''Bilinmeyen Hitler'' kitabının içinde bir harita var. 1911 senesinde Tanenberg haritası bu, genel kurmay başkanlığının haritası bu. Türkiye var; Almanya-Avrupa'yı çizmişler Osmanlı'yı çizmişler, Osmanlı Devleti'nin üzerinde ''Deutschland'' yazıyor... ''

Halk Bank Almanya'nın 'ayağına basıyor'...



Başbakanımızın ekonomi baş danışmanı Yiğit Bulut (03:00-04:44): '' Bakın çok açık söyleyeyim. Halk Bankası çok uzun zamandan beri yabancı bazı finansal lobilerin saldırısı altındaydı. Çünkü geçmişte, Türkye'de, bazı yerleşik patronlar Halk Bankası'nı 2 milyar dolar üzerinden satın almak için geçmişteki hükümetlere baskı yaptılar. Geçmişte başbakanlara 'bu kamu bankasını bana vereceksin!' diyen patronlar var bu ülkede. Ve işin acısı; şimdi onların medya imkanları Halk Bankası'nı linç etmek için yüzde yüz randımanlı çalışıyor operasyon başladığından beri. Şimdi bütün bunları dikkate aldığınızda Halk Banka'sının Sırbistan'da banka alma girişimi; bakın, altını çizerek söylüyorum Sırbistan'da banka almak üzere idi Halk Bankası. Kosova'daki faaliyetlerinden dolayı Muhsin Yazıcıoğlu'nun öldürülüp öldürülmediği tartışılıyor bugün. Kosova'daki faaliyetlerinden dolayı; rahmetli Yazıcıoğlu'nun şehit edildi... Şimdi bütün bunları dikkate aldığınızda Sırbistan'da banka almak, Almanya'daki yerleşik Türk vatandaşlarını ve Alman vatandaşlarının; Türk olup da Alman vatandaşlığına geçen yaklaşık 4 milyon insanımızın birikimleri ile ilgili tasarrufta bulunmak. İran'a çocukların ilaç alabilmesi için gerekli can suyunu, hayat suyunu, nefesi vermek, İran'la Türkiye arasında İsrail ''yapma'' demesine rağmen  her türlü ilişkinin minimum düzeyde de olsa can verecek şekilde tesis edilmesini sağlamak ve her türlü küresel baskıya rağmen bu operasyona devam etmek. Bakın biz uzun süredir Halk Bankası'nın linç edilmesini bekliyorduk. Çok açık söyleyeyim...''

NOT: Balkanlar, Prof. Sedat Laçiner'in ifadesi ile, Almanya'nın doğal 'genişleme alanı' içerisindedir. 

14 Aralık 2013 Cumartesi

Atatürk`ün İmzasıyla Almanlara Satılan Cami

Atatürk`ün İmzasıyla Almanlara Satılan Cami


Atatürk`ün İmzasıyla Almanlara Satılan Cami

Atatatürk`ün onayıyla yıkılan Kallar Camii`nin akıbeti yıllar sonra ortaya çıktı.

Başbakan Erdoğan`ın "Yol medeniyettir. Gerekirse yol için cami bile yıkarız. Aynısını ya da daha iyisini başka bir yere yaparız" Sözleri günlerce kamuoyunda tartışılmıştı.

Bu tartışmaların ardından Atatürk döneminde yıkılan bir caminin akıbeti de ortaya çıktı. Derin Tarih dergisinin bu ayki (kasım) sayısında Kallar Camii`nin nasıl yıkıldığını ve milli servetin nasıl yok edildiği gözler önüne serildi.

Bakır işletmeleri yüzünden Alman şirketi tarafından yıkılan Kallar Camii 16. yüzyılın nadide örneklerinden birini teşkil ediyordu.

İşte Atatürk`ün de onayıyla yıkılan Kallar Camii`nin hikayesi:

Ergani Madeni`nden (1912) mebus seçilen Ziya Gökalp`in ısrarla seçim bölgesindeki bakır ve krom zenginliğinden söz etmemesine karşılık bu zenginliğe göz diken Almanların İstanbul`daki (1916-17) Büyükelçisi Richard von Kühlman, Latin harflerinin kabulü için 8 Mart 1917`de hazırladığı raporda "dilde yenileşmeyi öngören komisyonun Ziya Gökalp`in önergesiyle kurulduğunu ve Ziya Gökalp`in Arap harflerinin ilga edilmesinden yana olduğunu" yazıyordu.

Yine Almanların İstanbul`daki Büyükelçisi (1924-33) Rudolf Nadolny yazdığı raporlarla Latin harflerinin kabulünü Alman menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyordu.

Sonuçta bilindiği gibi Alfabe Encümeninde yürütülen çalışmaların sonucu 9-10 Ağustos 1928 gecesi Gülhane Parkı`nda halka duyurulacak, sonra da 11 Ağustos 1928`de Dolmabahçe Sarayı`ndaki zevata Latin harflerinden oluşan yeni alfabenin tanıtımı yapılacaktı.
Bu arada aynı gün, yani 11 Ağustos 1928`de toplanan Bakanlar Kurulu Almanların Ergani Madeni`nde önüne çıkan Kallar Camii "sorunu" ile meşguldü. Çünkü 16 Nisan 1927`de Fevzipaşa`dan Diyarbekir istikametine doğru başlatılan Bakıryolu ismindeki demiryolu girişimine paralel olarak 25 Haziran 1927`de TBMM`de kabul edilen "Birinci Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun"un verdiği rahatlıkla Maden Dağlarına yerleşen Almanlar bakır cevheri çıkarılacak alan içindeki bu tarihi caminin varlığını sürdürmesinden hiç memnun değildi.

ALMANLARA GEÇİT VERMEYEN KALLAR CAMİİ

Ancak Bakanlar Kurulu, 11 Ağustos 1928`de almış olduğu bir kararla Almanlara geçit vermeyen Kallar Camii`ni, yine Almanların söz sahibi olduğu Ergani Bakır TAŞ`a satarak "sorunu" halletmiş oldu. Böylece kendi malları üzerindeki tasarrufmuş gibi Kallar Camii`ni yok etme fırsatını ellerine geçiren Almanların önü açılırken, Büyükelçi Vekili Aschmann da Harf İnkılabı ile ilgili 31 Ağustos 1928 günü yazdığı raporda "Çoğu harfler Almanca yazım için uygundur ve bu Almanya`nın menfaatinedir... Yeni Türk Alfabesinin Avrupa dillerine yazım olarak uyumu, Türkiye`nin Avrupa`ya kültürel ve ekonomik açıdan bağlanmasını kesinleştirmiştir..." diyecek, Büyükelçi Nadonly 5 Kasım 1928 tarihli raporda gelişmeleri şöyle özetleyecekti.

"Bence Almanlar yönünden alınan tedbirlerle memnun olunmalıdır. Yeniliklerle Türklerin Fransız kültür çevresinden uzaklaştıkları ve Almanya tarafından etkili olan Doğu Avrupa çevresine girdiği görülmektedir. Bu gerçek bizim açımızdan menfaat sağlayabilir ve aynı zamanda ekonomik kazanç temin edilebilir. Kabul edilmelidir ki kılık kıyafet, Avrupa kanunlarının kabulü ve alfabe reformu Türkiye`nin Batılılaşması yönündeki başarılı adımlardır."

KALLAR CAMİİ`NİN SERENCAMI

Kallar Camii 16. yüzyılda Mehmed Ağa diye biri tarafından Elazığ`ın Maden ilçesinin Kallar Mahallesi`nde yaptırılmıştı. 11 Ağustos 1928`de Bakanlar Kurulu kararıyla 1.500 lira bedel biçilerek Deutsche Bank ve İş Bankası`nın ortak olduğu Ergani Bakır TAŞ envanterine aktarıldı ve ardından yerle bir edilerek yok edildi.

Kallar Camii etrafında çıkartılan Bakır cevheri ise blister, yani işlenmemiş karabakır halinde yıllarca başta Almanya olmak üzere Batılı devletlere sevk edildi. Sonuçta 1939-94 yılları arasında sevk edilen 530 ton bilister bakırla birlikte içindeki ortalama 500 ton altın ve hesabı yapılamayan binlerce ton gümüş de Türkiye`nin kaybı olarak tarihe geçmiş oldu.

"Başvekalet

Muamelat Müdüriyeti

Aded 7005

Kararname

Etraf ve civarındaki mebaninin (binaların) Bakır Madeni şirketine istimlak edilmesi ve mahalli müftülükçe tasfiye haricinde ve metruk bırakılması hasebiyle tekrar ihyasına lüzum olmadığı anlaşılan Elaziz (Elazığ) mülhakatından Maden kazasında kain Kallar namıyla maruf camiin mahalli heyet-i idaresince takdir olunan bi beş yüz lira bedel ile mezkur şirkete tefvizi Evkaf müdiriyet-i umumiyesinin (Vakıflar Genel Müdürlüğü`nün) 11 Ağustos 1928 tarih ve 53250/91 numerolu tezkeresiyle vuku bulan teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti`nin (Bakanlar Kurulu`nun) 12 Ağustos 1928 tarihli içtimaında (toplantısında) tasvib ve kabul olunmuştur.

12 Ağustos 1928

Reisicumhur

Mustafa Kemal

İmza

İmzalar

Başvekil İsmet, Adliye vekili, Dahiliye vekili, Hariciye vekili vekaleti, Müdafaa-i Milliye vekili, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye vekili, İktisad vekili, Nafia vekili, Maarif vekili, Maliye vekili"

16 Kasım 2013 Cumartesi

''MİT'in başına Hakan Fidan'ın gelmesini Almanya hiç istemedi''

Mehmet Ali Önel, ''Deşifre'' programı 15/11/2013

http://www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/desifre--15112013

 (00:25:00-00:25:16) Abdurrahman Şimşek: ''Hiçbir zaman Türkiye'de en önemli sorun olan Kürt sorununun çözülmesini istemezler. Kim istemez; Almanlar istemez, İngilizler istemez, yani petrole ve oradaki enerji yataklarında kimlerin gözü varsa bir kere onlar asla PKK sorununun bitmesini istemez.''


 (00:30:00-00:31:05) Mahir Kaynak-Mehmet Ali Önel: ''
-Mehmet Ali Önel: Şimdi efendim Kaşif Kozinoğlu... MİT'te üst düzey yönetici olarak çalışmış ve en son darbeyle ilgili soruşturmalar sırasında cezaevinde vefat etti, biliyoruz. Kozinoğlu cezaevinde bir kitap yazdı daha doğrusu mektuplar yazdı ve daha sonra o kitaplaştırıldı. O mektupların bir tanesinde diyor ki: ''MİT'in başına Hakan Fidan'ın gelmesini Almanya hiç istemedi ve Almanya bu olmasın diye elinden gelen her şeyi yaptı'' diye kendisi bizzat yazmış...
-Mahir Kaynak: Doğru bir teşhis, doğru bir teşhis... Çünkü Avrupa Türkiye'yi kontrol etmek istiyor, oradaki mücadele farklı. Bakın, biz AB'ye giremiyoruz diye üzülüyoruz. İki ülke bizim girmemizi engelliyor. Fransa ve İngiltere. Neden? Çünkü diyor ki onlar; eğer Türkiye AB'ye girerse İngiltere'nin kontrolünde olur ve biz AB'de de etkinliğimizi kaybederiz.''


13 Kasım 2013 Çarşamba

Yusuf Kaplan Türkiye'nin en sinsi düşmanı Alman'yayı anlatıyor

SIRADIŞI ( ..12.11.2013 )

http://youtu.be/lDx28Tj6R7I http://www.youtube.com/watch?v=lx28Tj6R7I#t=4322




(1:10:30-1:11:56) Yusuf Kaplan: ''(Türkiye'nin önünü tıkayan) En temel şey ufuktur. Ufuk ve dolayısıyla iddiaların yitirilmesidir. Mesela medeniyet fikrini olarak; tarihte medeniyet yapmış, tarihin akışını değiştirmiş ama tarihten çekilmiş bizim gibi başka bir ülke yok. Mesela İngilizlere bakıyorsun, Fransızlara bakıyorsun, Almanlara bakıyorsun... Almanların yüz sene önceki iddiaları ile bugünkü iddiaları örtüşüyor. Mesela bir 'yedi b' stratejisi vardır, ta Bismarck döneminden geliştirilmiş bir stratejidir bu 'yedi b' stratejisi, Berlin'den; Belgrad üzerinden, Basra'dan Hint Okyasnusu'na kadar gider bu. Yani bu stratejidir... Bu strateji üzerinde çalışıyor mu, çalışıyor! Almanlar acayip bir şekilde çalışıyor ve derinlemesine nüfuz ediyor. Mesela en ilginç şeylerinden bir tanesi Türkiye'deki azınlıklardır. Türkiye'deki azınlıklarla ilgili; etnik azınlıklarla ilgili, kültürel azınlıklarla ilgili, dini azınlıklarla ilgili en ayrıntılı bilgi, en derinlikli bilgi Almanlar'dadır. Yani Almanlar bir şekilde isteseler Türkiye'yi çok feci bir şekilde karıştırabilirler. Bunu bilelim!''

Turgay Güler: ''Yaptılar zaten...''




Yusuf Kaplan: ''Yani henüz bir şey yok ortada, yani ben asıl gelecek şeyi beklerim yani gelecek tehlike büyük!''

Cemil Ertem'in son yazılarından Almanya notları



''Andımızın arkasındaki ekonomi ve vakıf çözümü'':

http://haber.stargazete.com/yazar/andimizin-arkasindaki-ekonomi-ve-vakif-cozumu/yazi-794914 :

''Gördünüz mü, Çu En Lay ne kadar haklı; Fransız Devrimi, burjuvaziyi iktidara getirdi; iktidarı, özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganı ile aldı bu sınıf. Ama sonra gericileşti ve bu üç kavramı da ayaklar altına aldı. Faşizme sarıldı. İşte CHP ve onun lideri, Türkiye’de gericileşen burjuvazinin siyasi temsilcisidir. Bu gericileşmeyi biz Avrupa’da nasyonel-sosyalizm, faşizm olarak gördük biliyorsunuz. O zaman da rakiplerini yakalamayan, pazar ve hammadde sorunu çeken Alman sanayisini ve finans kapitalini elinde bulunduran gerici burjuvazi, son çare olarak Hitler’e sarılmıştı. Şimdi Türkiye’de küresel rekabet yapamayacak durumda olan, Türkiye’de yeni sermaye girişleriyle ve demokratikleşme ile ‘devletçi’ olma avantajını kaybedecek sermaye kesimleri anlaşılıyor ki, kanlarının son damlasına kadar, CHP marifetiyle bu değişime direnecekler. Ayrıca, Haberal Meclis’te -ne yazık ki- yemin ederken de bunu düşündüm.''

''Myanmar, Lihtenştayn ve Kürtler'':

http://haber.stargazete.com/yazar/myanmar-lihtenstayn-ve-kurtler/yazi-800256


''Tam burada şunu hatırlatmak isterim, ikinci dünya savaşı ve faşizm öncesi de Alman sanayisinin iki temel ihtiyacı vardı; enerji ve pazar... Ama Almanya, Britanya ve Amerika karşısında çok gecikmiş ve sıkışmış olduğu için, saldırgan bir faşizmi geliştirerek savaşı seçti. Oysa yeni Çin/Asya kalkınması tam aksi bir yolu seçiyor.''  

''Türkiye Habur'un arkasını görmeli''


''Ancak öyle gözüküyor ki, ne yapılırsa yapılsın bu tür sorunlar sürecek. Çünkü gerçekte Irak diye bir ülke yok aslında. Maliki yönetimi K.Irak'ta enerji kaynaklarını Türkiye'ye ve Kürtlere kaptırmamak için İran ve İsrail'in memur ettiği bürokratik bir oligarşidir. Tabi ki İran tarafının arkasına bakarsak Rusya'yı hatta Almanya'yı, İsrail'in arkasına baktığımızda da, Britanya'yı, ABD'nin neocon tarafını görürüz. Dolayısıyla Habur kapısında bekleyen TIR'ların sorunu, çok boyutlu ekonomik ve siyasi bir sorundur.

AB ve Habur

Varşova'da Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin AB sürecinde oyunu bozan, masadan kalkan taraf olmayacağını söyledi. Ama Türkiye'nin neden oyalandığının resmidir aynı zamanda Habur'daki kuyruklar. Özellikle Almanya ve Fransa, Irak-Ortadoğu pazarına, tıpkı 1990'daki  Doğu Almanya gibi, kendilerini krizden kurtaracak can simidi olarak bakmaktadırlar. Şimdi ağırlıklı olarak, gıda ve emek yoğun, alt teknoloji ürünleri, inşaat malzemesi talep eden bu pazar, çok yakında ağır makineler, sanayi ara malı ve orta-üst teknoloji talep eden bir pazar olacaktır. O zaman Türkiye'nin de bu alanlarda yetkinliği ve rekabet şansı gelişeceğinden Almanya ve Fransa Türkiye'de üretilen mallarla bu pazarda rekabet edemeyecektir. AB Gümrük Birliği'ne tam entegre olmuş, AB üyesi bir Türkiye'ye Irak bu muameleyi yapamaz. Zaten gümrüklerde standart denetimi yapan firmalar Fransız ve Alman firmaları, dolayısıyla bu durumun sorumlusu yalnız Maliki yönetimi değildir, onunla işbirliği yapan Almanya ve Fransadır da...''    

''Çember kırıldı!''




''Nihayet bu hafta gerçekleşti; bütün savaş baronlarının, Rusya’nın, Almanya’nın ve de ‘Büyük’ Britanya’nın karşı çıktığı, İran’ın ve de İsrail’in olmaması için her türlü yolu denedikleri anlaşma bu hafta imzalandı. Türkiye ve K. Irak Kürt Yönetimi arasında, tarihi ve güncel önemi çok büyük K.Irak enerji kaynaklarını, dünya pazarlarına kazandıracak anlaşma, imzalandı...''



29 Ekim 2013 Salı

Medeniyet Yolculuğu - 2. Murad Hanın hayatı

Küre TV - Medeniyet Yolculuğu - 2. Murad Hanın hayatı

http://www.kure.tv/belgesel/98-medeniyet-yolculugu/medeniyet-yolculugu-2-murad-hanin-hayati/147-Bolum/116292/

Almanlar Haçlı Seferi İkinci Kosava Savaşın'da;

Mehmet Niyazi Özdemir (23:17-23:46):

 '' Sultan (İkinci Murad Han) Arnavutlukla; Devlet-i Aliye'nin diğer meseleleri ile uğraşırken, Kral Ladislas'ın ölümü üzerine kral naipliğine getirilen Hunyat, mükemmel bir Macar ordusu hazırladı. Bu orduyu Almanlar'la, Polonyalılarla, Çeklerle, Slav ve İtalyanlar'la takviye ederek güçlendirdi.''

Abdulhamidin malvarlığının elinden alınışı...

Küre TV - Abdulhamidin malvarlığının elinden alınışı...

http://www.kure.tv/kultur/119-tarih-aynasi/abdulhamidin-malvarliginin-elinden-alinisi/84-Bolum/57661/

Mustafa Armağan:
''Bir çek; yazılı üzeri, 15 Temmuz 1909, Selanik... Miktar kırkbinüçyüzyetmişbeşlirayetmişdokuzkuruş ve altında sade bir imza; Adülhamid, o kadar...''














 ''Bu yaklaşık iki buçuk ay önce 27 Nisan 1909'da tahttan indirilen Sultan Abdülhamid'in Osmanlı Bankasında bulunan elliiki bin dokuzyüz yetmişbeş liralık bir birikmiş mevduaın bir kısmı. Çek İstanbul'daki Osmanlı Bankası hesabından belirtilen miktarın Deutsche Bank'a ödenmesini emrediyor.''

Daha sonra; 'Alman hayranı' İttihatçılar, Deutsche Bank aracılığıyla icra ettikleri habis işlerini şu şekilde nihayete erdiriyorlar: Abdülhamid Han'ın Osmanlı Bankası'dan Deuthsche Bank'a zorla devrettirdikleri, şehzadeliğinde, çocukları için çalışarak kazandığı mal varlığına el koyarak...

Devletin şerefinin iki paralık olduğu bu hadiseler silsilesi, İttihatçıların hiç de ''milli'' olmadığının ve Osmanlı'nın sonunun 1923 sürecinde değil de 31 Mart sürecinde Abdülhamid Han'ın ve dolayısıyla Osmanlı'nın, kaderin dayattığı yenilgisiyle geldiğinin ispatıdır...

27 Ekim 2013 Pazar

''Bu Almanya meselesi nedir?''



(0:42:56-0:45:22) Nevzat Çiçek: ''Hep konuşuyoruz. Ya bu Almaya meselesi nedir? Şimdi düşünebiliyor musun; Osmanlı'da akınlar yapılırdı. Osmanlı akınlarını nasıl sonlandırırdı, ilk akıncılar gittiğinde? İki şeyle; bir heybe dolduğu zaman güvenilir biri yoksa, onu teslim edecek biri yoksa mecburen geri döner ve akını sonlandırırdın. Ya da güvenilir bir alanı olurdu; heybesini teslim ederdi, akınına devam ederdi. Ve bu akınlar çok az kişi ile yapılırdı. Bunu niye anlatıyorum; şimdi Almanya'da senin milyon insanın var. Milyon insanın demek senin Alman siyasetine müdahale etmen demek. Düşün bunun basın gücü var. Düşün bunun stk gücü var... Şimdi Türkiye'nin daha paramparça bir kısmı Almanya'da vardı. Nasıl vardı: solcuların dernekleri ayrı, dindarların dernekleri ayrı, Alevilerin dernekleri ayrı, Kürtlerin dernekleri ayrı, Türkiye'deki kavganın bir benzeri orada özgürlük adına verilmiş... 

Ömer Özkaya: '' Daha ötesi var; bir cemaat başka bir cemaatin camisinde namaz bile kılmıyor. Bu Alman gizli servisinin büyük bir başarısıdır.''

Nevzat Çiçek: '' 'Özgürlük adına' sağlıyordu bunları. Şimdi sen diyorsun ki kardeşim bir saniye. Bu yapı nasıl bir yapı ve daha da önemlisi; bak konu konuyu açıyor, yeşil sermaye! Bak ekonomik açıdan biz ne diyoruz; işte 'Türkiye'ye gelecek yabancı sermaye'.'Türkiye'ye gelecek yabancı para'. Uluslar arası anlamda ülkeler böyle övünür ya Almanya'dan gelen gurbetçilerin parasını ne yaptılar? Türkiye'deki operasyonlarla holdingleri batırıp, o paraları bile getirtmediler. O para milli paraydı bu ülkenin parasıydı. ''

Ömer Özkaya:'' Yıllık 7-8 milyar dolar civarında geliyordu. Bu hadiselerden sonra 500-600 milyon dolar civarında.''

Nevzat Çiçek: '' Adamın güvenini kırdı, çünkü o parayı getirdiğinde çökerteceksin orayı.''

Turgay Güler: '' Şimdi ben Almanya'ya; fuar yapılır giderim, efendime söyleyeyim, konferans yapılır giderim. Çıkarken cebimi ararlar derler ki (bir çok yerde var ama burada belirgindir, barizdir) '5.000 Euro'nın üzerinde para var mı üstünde?'. 'Yok' derim, biz gariban adamız, 5.000 Euro'nun üstünde para ne arar bizde... Ama valizle para çıkarılmasına da bilinçli olarak göz yummuştur... Çünkü bir plan yapmış, o planı harfiyen yerine getiriyor....'' 

26 Ekim 2013 Cumartesi

'Batı Sevdalısı' Rusların Alman ata icadı ve ''Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın İslam Stratejisi''

Derin Tarih; Sayı 18, Eylül 2013, sayfa 96, Norman Stone:  ''İlk Rus devleti Kiev'in hükümdarlarının İskandinav kökenli isimleri vardı(Helgo yerini Oleg'e bıraktı; İngvar ise İgor'a dönüştü) ve Rusya için Finlilerin günümüzde İsveç için  kullandıkları Ruotsi adı kullanılıyordu. Batılılaşmayı savunan unsurlar zaman zaman Rusya'nın varlığını kuzeyli, Germen kökenlilere borçlu olduğunu söylerken, Slavperver rakipleri Vikinglerin tarih boyunca yalnızca yağmacılık yaptığını ileri sürmekteydi. Bu tartışma günümüzde dahi arkeolojiyi etkilemektedir. ''  


     Mim Kemal Öke'nin, syf. 122'deki ifadelerini dikkat çekilen duruma açıklık getirmek için kullanıyorum: '' AB'nin istediği kadar Batılı, ABD'nin örnek gösterebileceği kadar ılımlı İslam, Rusya'nı kırmızı çizgilerine uygun bir Türklük... Kimlik sorunlarımızı bir de böyle okuyabilirsiniz! Bu yeni de değildir. Yıllarca bize dışarıdan ideoloji zerkedilmeye çalışılmadı mı? İdeoloji, felsefeyi siyasallaştırır, doktrinleştirir. Felsefe de kültürsüz olmaz. Dolayısıyla kültür, uluslararası ilişkilerde bir dış politika aracıdır. Eskiden buna kültür emperyalizmi diyorduk, şimdi ''soft power (yumuşak güç)'' kullanımı diyoruz.''


Derin Tarih; Mim Kemal Öke, sayfa 122-123:'' İşte tam bu noktada tanıtacağım Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın İslam Stratejisi adlı kitap Almanya'nın geçmişteki İslam siyasetini anlatıyor. Yazarı Kadir Kon ilk elden kaynaklara inmiş, üstelik Türk ve yabancı arşiv malzemesini büyük bir titizlikle kullanmış. İkinci Reich (Almanya'nın tarihteki yükseldiği devirlerin adıdır) Almanya'sının dünyaya egemen olma yolunda ilk emperyalizm çağında nasıl bir İslam stratejisi çizdiğini, çok ilginç bir yaklaşımla iki proje üzerine yoğunlaştırarak anlatmış. 
Bunlardan ilki, Berlin'in Şark İstihbarat Birimini kurmasıdır. Espiyonajın savaşta ve barışta ne kadar önemli olduğunu kavramak isteyenler kitabın ikinci bölümünü dikkatle okumalılar. Yabancı parmağıyla İslam dünyası nasıl ayaklandırılmaya çalışılırmış, görecekler. 
Yazar, Alman bürokrasisinin/diplomasisinin yıldız isimlerinden Max von Oppenheim'in üzerinden giderek meramını anlatıyor. Önemlidir, bu zat aynı zamanda Siyonizmin de teşvikçilerindendi. İkili oyunlar, çifte standartlar...
Kon, ikinci olarak Müslüman esirler konusunu ele alıyor, yani Almanlara esir düşen Müslüman tutsakların yeniden eğitilerek eski komutanlarına karşı nasıl savaştırılmış olduklarının trajik öyküsü doyurucu bir şekilde işleniyor. Yabancılar her zaman bizim kimliğimizle uğraşmışlardır. Biz de bu konuyu sorun haline getirmeye pek meraklıyızdır. Mesele kimlikler piyasasında tekil bir modele karar kılmak değildir. Farklılıkları bağdaştırabilmek çok mu zor?'' 


21 Ekim 2013 Pazartesi

Oryantalist Almanların hediyesi algılarımız.

http://derindusun.com/tr/bunlar-turk-askeri-degil.html 


''Fotoğrafçı ve bu fotoğrafları saklayan Almanlar’ın Türkiye’de bulunuş tarihlerine bakarsanız kesinlikle 1915 yılının sonundan sonra, yani Çanakkale savaşı sırasında çekilmiş değil.''

''Bu resimlerin genel havası, Afrika’nın ücra bir kabilesine gitmiş bir beyaz Avrupalı’nın bakış açısı”nı yansıtmaktadır. Türkiye’de görev yapan Alman subayların çoğu, çektikleri resim ya da yazdıkları hatıratta bu küçümser tavrı sürdürmüştür. Bu resim de, olsa olsa, bu özelliği en iyi yansıtan fotoğraf olarak kabul edilmelidir.''

Bunlar Türk Askeri Değil!

BİZE FAKİR AMA GURURLU OSMANLI ASKERİ OLARAK TANITILAN BU UCUBE FOTOĞRAF ESASINDA KÜLTÜR DÜNYAMIZI OYAN CAHİLLERİN SAÇMALAMASINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. ŞU ANLATILMAK İSTENİYOR BU FOTOĞRAFTA;
Fotoğraftakiler Türk askeri değil
Fotoğraftakiler Türk askeri değil
İŞTE BİZİM ATAMIZ BÖYLE VATANI SAVUNDU. AMA ŞU HAKİKAT DE SATIR ARASINDA İNSANLARA VERİLDİ:
İŞTE 600 SENELİK OSMANLININ 1915 DEKİ VAHİM VE SEFİL HALİ….
HÂLBUKİ HAKİKAT HİÇTE BÖYLE DEĞİLDİR. ZİRA, BU FOTOĞRAF 1915 ÇANAKKALE DİYE KAMU OYUNA SUNULDU. FAKAT ENTERESANDIR, FOTOĞRAFIN ARKASINDA , DARDANEL (ÇANAKKALE 1918 ) YAZMAKTADIR. BU UYDURMALARA İNANMAYIN. UZUN BOYLU KİŞİNİN ÜZERİNDE BULUNAN KIYAFET FRANSIZ SUBAY KIYAFETİDİR VE ÜSTELİK ÜNİFORMASI SOLDAN DÜĞMELİDİR. OSMANLI ASKER KIYAFETLERİ SOLDAN DEĞİL, SAĞDAN DÜĞMELİ İDİ…VE OSMANLI ASKERİ HİÇ BÖYLE SEFİL OLMADI…DAHA DOĞRUSU BU GARİBANLAR ASKER BİLE DEĞİLDİ.
————————————————————————-
Uzun boylunun elinde muhtemelen altın bir yüzük var. Osmanlı askerinde yüzük göremezsiniz. Yasaktır.
- Uzun boylunun ayağındaki bot Fransız ordusuna aittir.
- Soldaki askerde Fransız subay, sağdaki askerde Osmanlı er kıyafeti var. Subay ceketinin düğmeleri ters. Subay–er yan yana. Ve üstelik, subayının yanında erin yakası-bağrı dağınık, düğmeler açık.
- Ekmek torbaları Fransız. Osmanlı ekmek torbasında toka olmaz. Eğer bunlar askerse, birinin torbası soldan sağa, diğerininki sağdan sola asılı olamaz.
- Savaş neredeyse dört mevsim boyunca sürdü. Özellikle yazın güneş son derece yakıcıydı. Dolayısıyla şapkalar en az elbiseler kadar yıpranmış ve solmuş olmalıdır. Ancak şapkalar hiç de solmuş görünmüyor.
- Sağdaki kişinin karın kısmı şişirilmiş ve ceket patlayacak duruma getirilerek bir poz verdirilmiş. Bir olasılık; kimi başka giysilerini kuşak gibi beline sarmış.
- Kısa boylu askerin kemeri, tüfeği ve kasaturası yok. En önemlisi mataraları yok.
- Kısa boylunun çoraplarının taban kısmı ile üst kısmı aynı renkte, yani temiz. Yere basılan çorap böyle mi olur? Kaldı ki; en yoksul zamanlarda bile, Türk köylüsü ayağına giyecek bir çarık yapmasını bilmiştir.
- Bu fotoğrafın Çanakkale’de çekildiğine dair hiçbir belge, emare, bilgi yok. Fotoğrafçı ve bu fotoğrafları saklayan Almanlar’ın Türkiye’de bulunuş tarihlerine bakarsanız kesinlikle 1915 yılının sonundan sonra, yani Çanakkale savaşı sırasında çekilmiş değil. 1917-1918’de de çekilmiş olabilir.
- Diğer fotoğrafların hiçbirinde ne subay, ne asker, ne de yardımcı personel bu durumda değil. Diğer fotoğraflarda yer ve ayrıntılar belirtilmiş.
- Çanakkale hava birliklerine yardım eden ustalarda ve yardımcılarda bile sağlam Osmanlı üniforması varken, askerimizde bu kıyafet olamaz. Asker bu kadar perişan olursa yardımcıların çıplak olması gerekmez mi?
- Aynı albümde Türk makinistlerin o yıllarda bakım yaptıkları uçağın önünde görüntüleri var. Ortadakinin belinde gümüş Asakir-i Şahane kemeri var. Yardımcıda bile bu kemer varken, bunlarda kemer yok.
Ahmet Uslu’nun bu dikkatli gözlemine birkaç ayrıntı da ben ekleyeyim:
- Bu fotoğraf çok farklı biçimlerde geldi. Kısa boylu kişinin kafasındaki kepte kimi fotoğrafta bir rozet vardı, kiminde yoktu. Demek ki, bu işi bilen birileri photoshop yöntemiyle resimler üzerinde oynamıştı. Diyeceksiniz ki, “Kim oynar?” Buna yanıtım, ‘Kepte bulunan rozeti tanıyan birileri’ olacaktır.
- Bu ikisi, her ne kadar asker gibi duruyorlarsa da, gerek üzerilerindeki giysilerin durumu, gerekse taşıdıkları teçhizatın durumu nizami değildir. Biri ekmek torbasını sağdan sola takmış, diğeri soldan sağa. Subay ceketli olanın yakasının son düğmesi bile kapalıyken, asker kılıklının yaka-bağır açık vaziyette. Fotini olan bacağına dolak sarmış, çorapla gezen ise bunu bile bağlamamış.
- Aynı dönemde aynı kişi tarafından çekilmiş diğer fotoğraflarda bu iki garibana benzer hiç kimse yoktur. Bu resimlerde görülen Türk subay ve askerlerinin hepsinin durumları zamanın şartlarına uygun görünmektedir.
- Bu resimlerin genel havası, Afrika’nın ücra bir kabilesine gitmiş bir beyaz Avrupalı’nın bakış açısı”nı yansıtmaktadır. Türkiye’de görev yapan Alman subayların çoğu, çektikleri resim ya da yazdıkları hatıratta bu küçümser tavrı sürdürmüştür. Bu resim de, olsa olsa, bu özelliği en iyi yansıtan fotoğraf olarak kabul edilmelidir.
(Yetkin İŞCEN, Gazeteci)

Sitemde binlerce örneği var ama, ben, yine de bilgilenmeniz ve kıyaslamanız için “Seferberlik ve Çanakkale Savaşı dönemine ait asker resimlerinden bir seçme yaptım. Bakın bakalım, bu araştırmacıların ortaya attığı ve Genelkurmay’ın da onayladığını söyledikleri tiplere benzeyen bir asker figürü var mı bu resimlerde… Hepsi, cephe yolunda, siperde, cephede ve birkaçı da düşmana esir olmuş, yani en kötü durumda olması mümkün Türk askeri resimleri… Karar sizin…
Yine Çanakkale ve yine siper savaşı… Yıl; 1915 ortaları…
Yine Çanakkale ve yine siper savaşı… Yıl; 1915 ortaları…

Çanakkale cephesinde horon tepen Karadeniz uşakları… Yıl; 1915′in başları…
Çanakkale cephesinde horon tepen Karadeniz uşakları… Yıl; 1915′in başları…

20 Ekim 2013 Pazar

Hakan Fidan Neden Hedefte?

20 Ekim 2013 Pazar
Cemil Ertem
Star Gazetesi
http://haber.stargazete.com/yazar/su-istihbarat-meselesinin-kokeni-ya-da-ekonomi-tarafi/yazi-798725

'' Burada Türkiye, küresel neocon çetesinin ve buraya dayanan finansal-sinai oligarşinin tekerine çomak sokuyor. İsrail’den İran’a değin çıkar işbirliği yapan ve Türkiye üzerindeki mümessilleri ile Almanya’ya kadar uzanan bu yapı, Türkiye’de bazı kurumların gerçek işlevlerine kavuşması ile deşifre oluyor, kirli politikaları açığa çıkıyor. Yapılan provokasyonlar, mali operasyonlar bunların istasyonları saat saat raporlanıyor. Küresel neocon çetesinin Türkiye ayağı da, İran ayağı da, İsrail ayağı da deşifre oluyor... Tek bir İsrail, tek bir İran olmadığı ortaya çıkıyor.
‘Hakan Fidan neden hedefte’ diye mi sordunuz?  ''

17 Ekim 2013 Perşembe

Türk İstihabratı ABD-İsrail-Almanya Üçgenindeydi

Yiğit Bulut; 19 Eylül 2011 Pazartesi, Haber Türk: ( http://www.haberturk.com/yazarlar/yigit-bulut/670893-hakan-fidani-ve-miti-kimlerin-neden-yipratmak-istedigi-ilk-gunden-beri-cok-acik ) 

''Türk istihbaratı uzun yılllar ''ABD-İsrail-Almanya'' üçgeninde etkilere maruz kaldı ve Türkiye'nin finansal-siyasal manipiülasyonalar içinde dalgalandığı her dönemde asla kendini toplayamadı... ''



Almanya'da 1 Milyon Kişi Açlık Sınırında










''Almanya'da Yeşiller Partisi'nden Özcan Mutlu Almanya'da açlık sınırında yaşayan 1 milyon kişinin olduğunu söyledi.''
BU İNSANLAR UCUZ İŞ GÜCÜ OLARAK GÖRÜLEN GÖÇMENLER...










Dulles Kardeşler

Cem Küçük     Cem Küçük- Yeni Şafak 17.10.2013

   http://yenisafak.com.tr/yazarlar/CemKucuk/devletin-adamlari/40101 :


Dulles kardeşleri öne çıkaran en önemli gelişmelerden biri ABD'nin en prestijli hukuk firması Sullivan &Cromwell'ı yönetmeleriyle oldu. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya'sıyla Amerikan şirketleri arasında geniş ve derin ilişkiler vardı. Birçok şirket Nazi Almanya'sına üretim yapıyordu. General Electric, Ford, JP Morgan, IBM gibi firmalar savaş bitince taş üstünde taş kalmayan Almanya'dan tazminat almak için ABD devletine başvurmuşlardı.
Savaş sonrası anlaşmaları yapmak için en öne çıkan firma işte bu Sullivan & Cromwell hukuk firmasıydı. Şirketi yöneten Dulles kardeşlerdi. En büyük müşterileri İsviçre Basel'deki Uluslararası Ödemeler Bankası'ydı. Bu banka ABD ile Almanya arasındaki 1. Dünya Savaşı tazminatlarını düzene sokmak için 1930'da kurulmuştu. Banka savaş boyunca Nazi Almanya'sına hizmete devam etti. Nazilerin yağmalanan altınları da Ödemeler Bankası'na geliyordu. Roosevelt'in Hazine Bakanı Henry Morgenthau Nazilerin uzantısı gibi çalıştığı gerekçesiyle bankayı kapatmak istemiş ama Dulles kardeşlerin gücünü fark edememişti.


Devletin adamları!

Dünya üzerinde meydana gelen olayları anında ve gerçeklere bağlı kılarak yansıtmak ciddi bilgi ve araştırma gerektirir. Gazetecilere bu yüzden çok iş düşer. New York Times'ın kıdemli muhabirlerinden Stephen Kinzer hem yazdığı yorumlar hem de kitaplarla birçok meselenin geniş kesimlerce öğrenilmesini sağlamış isimlerden biri.
Şah'ın Bütün Adamları, Darbe, Hilal ve Yıldız gibi kitaplarıyla tanınan Kinzer ne zamandır Amerika'nın yakın siyasi tarihinde yer etmiş iki önemli isim üzerinde çalışıyordu. Çalışması nihayet meyvesini verdi ve yeni kitabı birkaç hafta önce piyasaya çıktı. Brothers: John Foster Dulles, Allen Dulles and Their Secret World War (Kardeşler: John Foster Dulles, Allen Dulles ve Onların Gizli Dünya Savaşı).
Kinzer sık duyulan ama hakkında az şey dillendirilen iki kardeşi ve onların üzerinden devletin adamlarının etkili konumlarını detaylı bir şekilde yazmış. Dulles kardeşlerin babası presbiteryen bir papaz. Amcaları Robert Lansing 1915-20 arası Başkan Woodrow Wilson'ın Dışişleri Bakanı'ydı. Kız kardeşleri, diplomat Eleanor Lansing Dulles ABD Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ekonomilerinin yenden yapılanma planlarını o hazırladı.
John Foster Dulles 1918'de Versay Barış Görüşmeleri'nde ABD'nin delegesiydi. Gücünü hem babasından hem de amcasından alıyordu. Zeki ve parlak biriydi. Amerika'nın değerlerini ve liderliğini savunma konusunda aşırı inatçı biriydi.
Dulles kardeşleri öne çıkaran en önemli gelişmelerden biri ABD'nin en prestijli hukuk firması Sullivan &Cromwell'ı yönetmeleriyle oldu. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya'sıyla Amerikan şirketleri arasında geniş ve derin ilişkiler vardı. Birçok şirket Nazi Almanya'sına üretim yapıyordu. General Electric, Ford, JP Morgan, IBM gibi firmalar savaş bitince taş üstünde taş kalmayan Almanya'dan tazminat almak için ABD devletine başvurmuşlardı.
Savaş sonrası anlaşmaları yapmak için en öne çıkan firma işte bu Sullivan & Cromwell hukuk firmasıydı. Şirketi yöneten Dulles kardeşlerdi. En büyük müşterileri İsviçre Basel'deki Uluslararası Ödemeler Bankası'ydı. Bu banka ABD ile Almanya arasındaki 1. Dünya Savaşı tazminatlarını düzene sokmak için 1930'da kurulmuştu. Banka savaş boyunca Nazi Almanya'sına hizmete devam etti. Nazilerin yağmalanan altınları da Ödemeler Bankası'na geliyordu. Roosevelt'in Hazine Bakanı Henry Morgenthau Nazilerin uzantısı gibi çalıştığı gerekçesiyle bankayı kapatmak istemiş ama Dulles kardeşlerin gücünü fark edememişti.
Savaş sonrasında Sullivan & Cromwell tam 1 milyar dolarlık tahvil işlemi yapmış, Dulles kardeşler de servetlerine servet katmışlardı. Stephen Kinzer'in altını çizdiği gibi bu iki kardeş aslında ABD siyasetini anlamamız için kilit noktalardı. Çünkü Dulles'lar ABD devletinin ta kendisi demekti.
Dwight Eisenhower'ın başkanlığında John Foster Dulles 1953 ila 59 arası –ölene kadar yani –Dışişleri Bakanlığı yaptı. Şahin Amerika'yı temsil ediyordu. Sertlik yanlısıydı. Silahlanma yarışına hız veren oydu. Saçma gerekçelerle Sovyetler'in hep aktif halde ve ABD'ye saldıracağını söylüyordu. Hiçbir zaman böyle olmadı.
Allen Dulles ise 1953 ila 1961 arası CIA Başkanlığı yaptı. CIA'ın ilk sivil yöneticisi konumunu elde etmekle övünüyordu. Ağabeyi John Foster gibi o da sertlik yanlısıydı. 1960'da Kennedy Başkan olunca Allen Dulles'la anlaşamadı. Daha barışçıl biri olan Kennedy hiçbir hukuki gerekçe olmadan Allen Dulles'ı emekliye sevk etti. CIA'in yurtdışındaki bütün yetkilerini Dışişleri Bakanlığı'na devretti. Kennedy'nin öldürülmesindeki faktörlerden birinin bu olduğu hemen herkesin malumu.
Dulles kardeşler ABD siyasi ve kültür hayatını yönlendiren kişiler. Stephen Kinzer'e göre Dulles'ları anlamak ABD yakın tarihini anlamak demek. Çünkü kültürden dine, ekonomiden silahlanmaya kadar her şeyde bu iki kardeşin büyük payı var. Korku ve paranoya kültürünün oluşmasında bu iki kardeşin rolünü sorgulayan Kinzer çok yerinde sorular soruyor. Guatemala'dan Kongo'ya, Küba'dan İran'a siyasetin nasıl kotarıldığı ve istihbaratın yaptığı dezenformasyonlar detaylı bir şekilde anlatılıyor.
Bu kitap Türkçe'ye İletişim Yayınları tarafından muhtemelen 4-5 ay sonra çıkacaktır. Ne yapın edin okuyabiliyorsanız İngilizce'sini edinin. Ya da Türkçe'si çıkınca mutlaka okuyun. Bir zihniyetin dışa vurumu ve örgütlenme biçimi olarak Stephen Kinzer'in kitabı, üzerinde kafa yormayı fazlasıyla hakediyor. Çünkü kitap sadece iki kardeşi değil, Amerikan devletinin adamlarının hikayesini anlatıyor.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Alman Siemens ve Güler Sabancı


Sabancı Holding tarafından yapılan açıklamaya göre Fortune dergisi Güler Sabancı'yı şöyle tanıttı: '' Türkiye'nin en etkili iş kadını olan Sabancı,  10 yıl içinde listede ikinci sıraya yükseldi. Alman elektronik devi Siemens'in ynetim kurulu üyesi olarak seçilen ve Türkiye'nin AB üyeliğinin güçlü destekçisi olan, Sabancı ülkesinin 2023'te ilk on ekonomiden biri olma hedefine de öncülük ediyor. Güler Sabancı'nın Türkiye'deki etkisi ise yadsınamaz. 60 bine yakın çalışanı ve çimentodan enerjiye bir çok iş kolundaki faaliyetleriyle, Grubunun 2012'de konsolide satışları 14.6 milyar dolara ulaştı. Grubun karı ise enerji sektöründeki yeni projelerin katkısıyla 1 milyar doları aşmış durumda. Grubun piyasa değeri ise son şkş yılda ikiye katlanarak 10 milyar dolara çıktı.''

Terör Örgütü ''Devrimci Karargah''ın lideri Almanya'da

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/10/16/ve-iste-hayalet




14 Ekim 2013 Pazartesi

Kontr Espiyonaj veya kısaca karşı koyma- Mehmet Eymür



Mehmet Eymür, 20.08.2013 www.son.tv 





''Naci Paşa hemen, 1912 ile 1919 yılları arasında ve harp boyunca Alman Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Hizmetinin Başkanlığını yapan ve bu teşkilatı yeniden organize eden General Oberst Walter Nikolai'yi buldu ve onu Türkiye'ye davet etti. Nikolai teklif edilen görevi kabul ederek 1926 yılının başlarında göreve başladı.

Nikolai"ye İstanbul Yıldız'daki Harp Akademisinde yer tahsis edildi. Burada sivil ve asker şahısları eğitti. Daha sonra bu şahısları beraberinde Almanya'ya götürerek pratik eğitim yapmalarını sağladı.''





''Her ne kadar resmi bilgilere göre, yukarıda da belirttiğim gibi Amerikalılarla ilişkiler NATO’ya katılmamızdan ve 1955 yılından sonra gelişmeye başladığı söylense de, Bestekâr Sokaktaki Teknik Servise 1948 yılında sandıklar içinde gelen 3 adet yepyeni Plymouth marka “kestirme” arabası, o tarihlerde Sovyetlere karşı yakın işbirliğinin başladığına işaret ediyordu. 

Kestirme arabaları, casusluk amacıyla kullanılan kaçak telsizleri bulmak amacıyla kullanılıyordu ve genelde hedefleri komünist ülkelerdi. Ayrıca daha sonra Doğu Almanya’dan yayın yaptığı tespit edilen “BİZİM RADYO” isimli, Türkiye’nin her yerinden dinlenebilen ve kara propaganda yapan bir radyo vardı. Teknik Servis bir takım icat edilen sistemlerle bu radyo istasyonun Türkiye’de dinlenmesini önlediler. ''




http://www.son.tv/yazar/kontr-espiyonaj-veya-kisaca-karsi-koyma/haber-200400


Kontr Espiyonaj veya kısaca karşı koyma


Mehmet Eymür

Milli Amale Hizmet


Eskiden Milli Emniyet Hizmetleri Reisliği olan Teşkilatın bugünkü gibi kanuni bir statüsü yoktu. Genç Cumhuriyette MAH (Milli Amale Hizmet) olarak başlayan ve halen MİT olarak süren teşkilatın hikâyesi şöyleydi. Bugünkü MİT'in ilk temeli İstiklal Harbi sırasında atılmıştı. [Not: Amal - Emel’in çoğulu. Emeller, ülküler ve mefkûreler].

O tarihte kurulan Mustafa Muğlalı komutasındaki Askeri Polis Teşkilatı istihbarat ve karşı koyma görevleri ile de vazifeli idi. Teşkilatı Mahsusa, bütün imkansızlıklara rağmen İstiklal Harbi sırasında Anadolu’da büyük hizmetler vermiş, Harbin sonunda bu görev Genelkurmay Haber Alma Şubesine devredilmişti.





Cumhuriyetin ilanından sonra, 1926'nın başlarında, Atatürk Genelkurmayda yapılan bir toplantıda “Bu böyle olmaz, muasır devletlerde olduğu gibi biz de modern bir istihbarat teşekkülü kurmak mecburiyetindeyiz” emrini verdi. O tarihlerde General Naci Eldeniz, başında bulunduğu bir heyetle Avrupa'da Türk Ordusuna öğretmenlik yapacak subayların tespiti ile görevliydi. Ona istihbarat teşkilatı kurulması için uzman bir kimsenin bulunması talimatı verildi. Naci Paşa hemen, 1912 ile 1919 yılları arasında ve harp boyunca Alman Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Hizmetinin Başkanlığını yapan ve bu teşkilatı yeniden organize eden General Oberst Walter Nikolai'yi buldu ve onu Türkiye'ye davet etti. Nikolai teklif edilen görevi kabul ederek 1926 yılının başlarında göreve başladı.

Nikolai"ye İstanbul Yıldız'daki Harp Akademisinde yer tahsis edildi. Burada sivil ve asker şahısları eğitti. Daha sonra bu şahısları beraberinde Almanya'ya götürerek pratik eğitim yapmalarını sağladı.





Eğitim gören personelin Türkiye’ye dönmesi ile birlikte 6 Ocak 1927 tarihinde" o zamanki Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın yazılı çok gizli emri ile merkezi Ankara'da ve şubeleri de İstanbul" İzmir" Adana" Diyarbakır ve Kars"ta olmak üzere Milli Amale Hizmet Teşkilatı kuruldu.

Kısaca MAH olarak tanınan teşkilatın kuruluşu ile o tarihe kadar Ordu Müfettişlerince yürütülen istihbarat hizmeti de MAH"a devredildi. Harf inkılabından sonra teşkilatın ismi Milli Emniyet Hizmetleri olarak değiştirildi. Yeni ismin kısaca MEH olarak telaffuzu gerekiyordu. Bu ise kulağa pek hoş gelmiyordu. Atatürk’ün emri ile rumuz MAH olarak devam etti.

1965"e kadar şeklen" İçişleri Bakanlığına bağlı gözüken MAH esasında" kanuni olmayan ve gizli çalışan bir kuruluş olduğu için bu bağlantının pratikte bir önemi yoktu. Başlangıçta sadece A. Espiyonaj B. Kontrespiyonaj" C. Propaganda ve D. Teknik ve Destek faaliyetlerinde bulunuyordu. Ankara'da" Hacı Bayram Camii civarındaki dar bir sokak içinde" iki katl4 beş odalı ahşap binada faaliyete başlayan bu küçük fakat dinamik kadronun o yıllarda ülke yararına çok faydalı faaliyetlerde bulunduğu ve fonksiyonel çalıştığı bilinmektedir.

Şeyh Sait isyanı, Kızıl Lazistan çalışmaları, Kürtlerle Ermenilerin müşterek Hoybon ve Kürt Teali Cemiyeti faaliyetleri, Gizli Komünist Partisi faaliyetleri. Hilafetçi ve Saltanatçıların faaliyetleri, Hatay meselesi, Çiçero olayı gibi önemli olaylar MAH'ın uğraş konuları arasındaydı.

1927"de Alman generalinin eğitimi ile işe başlayan MAH, Türkiye'nin NATO'ya katılmasından sonra 1955 yılından itibaren Amerikan eğitimine ve dolayısıyla Amerikan sistemine döndü. 1953 yılında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığından teşkilatın başına getirilen Albay Behçet Türkmen, Kurmay Yarbay Fuat Doğu'nun da içinde olduğu bazı kurmay yarbayları teşkilata aldı.





Altı kişilik bu çekirdek kadroyu eğitim görmek üzere Amerika'ya gönderdi. Daha sonra bu heyet Türkiye'ye dönüp Amerikalılar ile birlikte İstanbul’da Emirgan'da açılan okulda MAH personelini eğitmeye başladılar. Bir süre okulun Başöğretmenliğini yapan Kur. Yrb. Fuat Doğu daha sonra İstanbul Merkez Şefliği Operasyon Muavinliğine atandı.

1947 yılında Ankara’ya tayin edilen muhabere subayı babam da teşkilatın teknik servisini kurmakla görevlendirilmişti. Şimdi altında kebapçı olan ve o tarihte şehir dışında sayılan Kavaklıdere Bestekâr Sokak’taki iki katlı, eski Ankara Valisi Necati İlter’e ait bina, MİT’in Elektronik ve Teknik Başkanlığının ilk nüvesidir.

O tarihte, Kavaklıdere’yi Küçükesat’a bağlayan ve şimdilerde en işlek caddelerden biri sayılan Tunalı Hilmi Caddesi henüz yoktu ve her taraf bağlıktı. Toprak yolları olan tenha, sakin bir yerdi. Binanın bir kısmı lojman olarak tahsis edildiğinden biz de orada oturuyorduk.

Her ne kadar resmi bilgilere göre, yukarıda da belirttiğim gibi Amerikalılarla ilişkiler NATO’ya katılmamızdan ve 1955 yılından sonra gelişmeye başladığı söylense de, Bestekâr Sokaktaki Teknik Servise 1948 yılında sandıklar içinde gelen 3 adet yepyeni Plymouth marka “kestirme” arabası, o tarihlerde Sovyetlere karşı yakın işbirliğinin başladığına işaret ediyordu.

Kestirme arabaları, casusluk amacıyla kullanılan kaçak telsizleri bulmak amacıyla kullanılıyordu ve genelde hedefleri komünist ülkelerdi. Ayrıca daha sonra Doğu Almanya’dan yayın yaptığı tespit edilen “BİZİM RADYO” isimli, Türkiye’nin her yerinden dinlenebilen ve kara propaganda yapan bir radyo vardı. Teknik Servis bir takım icat edilen sistemlerle bu radyo istasyonun Türkiye’de dinlenmesini önlediler.





Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilatı’nın (MAH) Teknik Servisi geçen yıllar içinde giderek büyüdü. Önce Ankara Büklüm sokaktaki 4-5 katlı bir binaya, daha sonra da Yenimahalle’deki MİT Kampusuna taşındı.

MAH, 1965 yılında 644 sayılı MİT Kanunu ile Milli İstihbarat Teşkilatı adı altında legal bir kuruluş haline geldi. MAH, M1T'in ana bir birimi olarak hayatiyetini devam ettirdi. Milli Emniyet Hizmetleri Başkanlığı, İstihbarat Başkanlığı, Psikolojik Savunma Başkanlığı, İdari İşler Başkanlığı, Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Hukuk Müşavirliği Müsteşara bağlı birimlerdi. 1971'de Elektronik ve Teknik İstihbarat Başkanlığı bu başkanlıklara katıldı.

644 sayılı kanunla MİT Müsteşarı başkanlığında Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) da tesis edilmesi düzenlendi. Üyeleri Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, MAH Başkanı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya Yardımcısı, Bakanlık görevlileri idi. Kanuni bir organizasyon olmasına rağmen pek çalışmadı denilebilir.

1976 yılında, Em. Orgeneral Hamza Gürgüç'ün zamanında. Personel Daire Başkanı Nuri Gündeş'in telkini ileyürütülen yeniden organizasyon çalışmaları ile birçok kuruluş değişiklikleri yapıldı. 4 yeni üniteler ilave edildi.

Bu tarihlerde, Haber Toplama ve Kıymetlendirme birimleri ayrıldı. MAH Başkanlığı tamamen yurt içi istihbarata dönük bir başkanlık haline sokuldu. Teşkilat'ın kuruluşundaki en önemli temel birimlerden biri olan Kontrespiyonaj Dairesi bir kıymetlendirme ünitesi haline getirildi. Müsteşar Yardımcılığı ihdas edilerek bu makama General Nihat Yıldız atandı. Bu değişiklikleri birçok diğer değişiklikler takip etti.

Yeniden organizasyon çalışmaları sırasında genelde "Teşkilat'ın daha iyi faaliyet yürütmesi” amacından uzaklaşılarak, birtakım dengeler dikkate alındı.





Bazı personelin tasfiyesi için başında bulundukları ünitelerin fonksiyonları azaltıldı bazı personel için yeni fonksiyonel üniteler kuruldu.

01.11.1983 tarihinde 2937 sayılı “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu"' ile MİT"e yeni bir statü kazandırıldı ve Atatürk'ün MAH Başkanlığı da fiilen ortadan kalkarak tarihin sayfaları arasına gömüldü.

Gelmek istediğim konu şu. Geçmiş yıllarda yapılan uygulamalarla teşkilatın temel ünitelerinden biri olan Kontr- Espiyonaj ünitesi, bilerek veya bilgisizlik neticesinde fonksiyonsuz hale getirildi, zayıflatıldı. Teşkilatın bütünlüğü bozuldu, istihbarata karşı koyma, casus yakalama, hainliğe ve ihanete mani olma kabiliyeti fena halde zayıfladı.

İstihbarat ustalarının dediği gibi “istihbarat faaliyetlerinin özü, her konuda bilgi edinme gereğinden başka, tarihin akışını izlemek ve istikbali görebilmektir. Var olan büyük bir teşkilatı alıp modernize etmek, değiştirmek, alışılmış davranış biçimlerinden vazgeçirmek, geçmişteki tecrübelerden yararlanmak, sıfırdan başlamaktan daha zordur”.

Alman istihbarat teşkilatının kurucusu Gehlen’in dediği gibi “bir istihbarat servisi son derece hassas ve enstrümandır. En üst noktada herhangi bir aksaklık olduğunda, bunun yankıları, asıl ayrıntılar bilinmese dahi, zincir boyunca en alt halkalara kadar ulaşır. İstihbaratla uğraşan milli servislerinin sayılarının çoğalması halinde, ortaya rekabet, güvensizlik ve birbirinin işine karışma gibi tehlikeler doğar. Bu gibi servislerin sayılarının çokluğu, düşman istihbarat unsurlarının bunların içlerine sızmalarını da kolaylaştıracak ideal ortamlar oluşturur. Bir istihbarat servisinin, devletin diğer kuruluşları için konulan kurullarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir. Bir gizli servis için, bürokrasinin verimi azalttığı, hatta yok ettiği, tecrübelerle görülmüştür”.





Şu anda MİT’in başındakilerin nasıl bir yapılanma içinde olduğunu bilmiyorum. Bilmediğim bir konuda ahkâm kesmek istemem. Teşkilat artık büyümüş, her türlü teknik imkanı olan, lisan bilir kültür seviyesi yüksek personeli bulunan, parasal sıkıntısı olmayan, büyük bir fabrika haline gelmiştir. Artık yüksek kaliteli üretim yapması gerekir. Her halükarda, teşkilatın karşı koyma, hıyanet edenleri ve casusları yakalama, Türkiye’yi karıştırma ve kara propaganda yapanları ortaya çıkarma kapasitesini süratle geliştirmesi gerektiğini düşünmeden edemiyorum.





Bizim insanımız kontrolü ve disiplini pek sevmez. Bu nedenle bizde otokontrol mekanizması yok derecede zayıftır. ABD’deki FBI benzeri, sadece espiyonaj ve istihbarata karşı koymakla görevli yeni bir teşkilatın kurulması belki de daha isabetli olacaktır.

FBI’ın CIA içinde, Ruslara çalışan, casusluk yapan üst düzeydeki yöneticileri yakaladığı bir vakadır. Buna önem vermezsek, birilerinin Türkiye’yi karıştırmasını hiçbir zaman önleyemeyeceğiz.








Bu yazımda, ciddi önerilerin yanı sıra bazı tarihi resimleri de sizlerle paylaşmak istedim.
Biraz da gülümsemeniz için 1980’de yazılmış, esprili bir teşkilat şiirini sunuyorum.

SESSİZ MUTLULUK


MİT adıyla anılırdı bir zamanlar bu topluluk,
Değiştirdik adını, oldu sessiz mutluluk.
Generaller geldiler, dediler piyade kokacak,
Burası ordunun rüknü olacak.

Konyalı Mehmed’in(1) derdi çok derin,
Çift yıldız geldiğinden durumu elim,
Yazı okumakmış diyor kaderim,
Ağlamış yüzünden düşen bin parça

Ajandan dönme Bay Ali Cengiz(2),
Her zaman sessiz ve esrarengiz,
Sahtekarlık deyince bir dehşetengiz,
Yatağı daireye sermiş yatacak.

Yağcılık yarışı yine revaçta,
Tevfik, Ahmet, Hilmi bunda en başta,
Hiram'ı sorarsan elinde muşta,
Önüne geleni dövüp gidecek.

Sessiz mutluluğun simgesi bay Kinte Kunta(3),
Cengiz ve Mehmet'le oldu bir Cunta,
Mezarcı başını geçmiş olup da,
Mezara gelmeyen bir kara kedi

Kokteyllerde hazır bütün büyükler,
Mesuliyet olunca çarpar yürekler,
Ahmet, Refik ölmüş, kime ne beyler,
Teftiş bırakılıp dönülür mü ya.

Nuri'nin(4) kederi bir hayli büyük,
Kendim ektim tohumu deyiyor garip,
Sessiz mutluluğun sesi acayip,
Eğin’den Koloğlu çıkmış mı ola?

Erkan oldu sanki şamar oğlanı,
Kabil olsa boğacak karayılanı,
Önal gibi herkese namaz kılanı,
Bilmeyen cennette papaz sanacak.

Elimizden çıkmazsa eğer bir kaza,
Mutsuz SESSİZLİKLE gireriz yaza,
Başlara, üstlere hep kıza kıza,
Sesimiz kısıldı ama ölmedik.

Çilekeş Aşık Mitmemurî
Mayıs 1980





13 Ekim 2013 Pazar

Teşkilat ı Mahsusa'nın Temelinde Almanlar Var





Orhan Koloğlu: '' Ama burada çok enteresan bir şey var; örgütlenmenin temelinde (Teşkilat-ı Mahsusa'da) Almanlar var. Maalesef...''

İlber Ortaylı: '' Şimdi bakın mesela bir yerde oturuyor adam; Yahudilikle ilgisi olmayanı Yahudi ilan ediyor, bu Doğu Avrupa'da, bilmem kime kim diyor. Çok dehşetengiz, şeytani bir şeydir. Konsatrasyon kamplarında zavallı insanlardan sökülen altın dişler, gasbedilen mücevherat, altın falan hepsi kaydedilip gitmiş Reich Bank'a. Bi bürokrasi vardır, her şeyi kontrol eden... Beşinci göbeğe kadar Yahudi olduğunu tespit ederler ve aksini de , o kişiyi savunmak için, belgeleyemezsin.

Mesela başka bir şey anlatayım, Gustaf Gründgens meşhur aktörü Reich'in, nefis de oynuyor. Karısı Erica çok güzel bir kadın. Goebbels adeti üzere sarkıyor kadına, koca kıskanıyor ve bir tane patlatıyor adama ve hiç bir şey olmuyor. Yani sizin kendi riskinizdir elin karısına sarkıyorsanız. Çünkü herif sabotör değil, komünist değil, suikatçi değil, bir şey değil, bir tane patlatmış... Bu kanundur demek istemiyorum bu bir soğuk kanlılık ifadesidir ve dehşet bir şeydir. Dehşettir, korkunç bir şeydir. Bir bürokrasi bu kadar en alt katmanına, damarına kılcal damarına kadar kontrol ediliyor; bunların yapamayacağı melanet yok ve yapmışlardır onun için. Bu tabi kademe kademe, gider ayak geri ülkelerde (disiplin açısından) başka türlü tezahür eder.''